Salı, Ocak 30, 2007

''Türk’ten boşalacak o zehirli kanın'' anlamı

Yayında geçen

“Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur”

ifadeleri incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç

sanığın Ermeni kimliğinde bir ruhsal sorun olarak ifade ettiği Türk olgusunu,

yani 1915’te yaşananları Ermeni kimliğinin hayati bir unsuru olarak benimseyip, tüm çabaların ve birlikteliğin bu olgu üzerine kurulmasını, 1915 olaylarını soykırım olarak dünyaya kabul ettirme çabası ve inadından kurtulmak gerektiğini söylemektedir.

Sanık daha önceki yazılarında da bu anlayış ve çabayı Ermeni kimliğini kemiren bir husus, ruhsal bozukluk ve zaman kaybı olarak nitelendirmektedir.

Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türkler değil Ermeni kimliğinde yer alan... hatalı anlayıştır.

Tüm bu açıklamalar bir arada değerlendirildiğinde, sanığın ifadelerinin 159. maddede düzenlenen anlamda Türklüğü tahkir ve tezyif olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. (...)

(...) Suçun oluşumu bakımından özel kast aranmaktadır. Nitekim 159. maddenin son fıkrasında, tahkir kastıyla olmayan eylemlerden bahsedilerek bu husus açıkça düzenlenmiştir. Yukarda da açıklandığı üzere sanığın davaya konu eylemi, Ermeni kimliği üzerinedir. Ermeni kimliğinin değerlendirmesi ve eleştirisi yapılmaktadır. Doğrudan Türklüğe yönelik bir eylem bulunmadığı gibi, bu amacı ortaya koyacak bir veri de bulunmamaktadır. Dolayısıyla sanığın eylemi tipik olarak nitelendirilse dahi, suç için gerekli olan özel kast sanıkta bulunmamaktadır. (...)

Bilirkişi Raporu

Cumartesi, Ocak 27, 2007

Elif Safak TIME dergisinde yaziyor

Elif Safak “Ode to a Murdered Turkish Editor” baslikli yazisinda :

Gozlerimi ayakkaplarinin altindan ayiramiyorum. Eskimis ve yorgun, ayakkaplarin Turkiye’nin statuko’sunu bozmak amaciyla Ermeni diasporasindan para almakla suclayan tum o ulkuculere sessiz bir yanit veriyor

diye yaziyor

Ayakkabilarin eski olmasi neyi ispatliyor ?

H.L. Hunt yirmi yil once gumus borsasini elde tutan adamken cebinde 10 dolar nakit para bulunmazmis. Ne yani cebinden 10 dolar cikmadi diye "Vah zavalli fakir adama bak" mi diyecegiz ?

Ama devam edelim.

Elif hanim yazisinin sonuna dogru Dink’in cenazesine takilan onbinlerce kisilerden soz ederek bize su sonucu cikariyor : “Sen her ideolojiden insani birlestirdin ve bunlarin demokrasi’ye olan ortak inanclarini gormelerini sagladin”.

Yani o cenaze torenine katilan Seriatcilar “hakimiyet kayitsiz sartsiz Allah’indir” seklindeki inanclarindan birden bire silkinip demokrasi’ye mi inandilar ?

Pes yani.

Bir kere demokrasi bir yonetim bicimidir bir dusunce tarzi degildir. Kisilerden soz ederken “bu demokrattir” veya “ben demokratim” diyenlerin kavram kargasasi hakkinda daha once SU YAZIMDA deginmistim. Belki ilerki bu konuya yazilarimda tekrar daha etraflica deginebilirim.

Elif hanim son paragrafinda sunu yaziyor : “Mezar tasinin uzerinde, bir aciklama veya avuntu beklermis gibi gozlerini goklere cevirmis mermer yapimi bir melek var. Ama o avuntu yukaridan degil Turkiye’den, sevmis oldugun ulkenden gelecektir”.

Halbuki Hrant Dink ve ailesi icin sevmis olduklari ulkelerinden ne "aciklama" ne de tam anlaminda bir "avuntu" gelmektedir.

Belki burada bir kisinin olumu soz konusu oldugu icin ilham verici bir seyler soyleme geregi hissediliyor . Fakat suna dikkatinizi cekerim ki ilham verici olmak isterken Tanri’yi inkar ederek yapiyor bunu.

Avuntu ya da cozum nicin Tanri’dan gelmesin ki ?

Bu iki millet o derece cikmazda ki Tanri’dan gelen bir yardim, bir bereket, bir cozum, bir yonlerdirme ve bir cesaretlendirme olmasa problemler icinde yuzen biz zavallilarin cozum uretebilecegine nasil ihtimal verilir ki ?

Eger beni cok karamsar buluyorsaniz size sunu soyleyim ki bu noktada karamsar olmamin cok nesnel bir nedeni var : Hrant Dink cozum uretmekte en cok yol alan kisi olarak ortaya cikiyor da ne oldugunu hepimiz goruyoruz.

Bir de sunu unutmayalim ki Hrant Dink gibi kisiler ne her gun ne de oyle kolay kolay ortaya cikmazlar.

Bati'nin sevgilisi haline gelmis bu yazardan sirf TIME'da adi ciksin diye, para ve sohret ugruna is olsun diye yazilmis bu gayri samimi pacavraya Fatma Mındıkoğlu'nun derin tespitleriyle son vermek isterim :


"[B]üyük acımızın yanıltıcı birleştiriciliğinde ve ortaya çıkarttığı duygu selinde her zamanki gibi gerçeklerle yalanlar, kurbanlarla katiller, vatan sevgisiyle ırkçılık, geçmiş ve gelecek birbirine karıştı."

Hrant Dink ile yapilmis bir roportaj

Perşembe, Ocak 25, 2007

Hrant Dink'e Esinden Mektup




Çutağıma eş olmak bana verildi. Bugün çok acılı ve onurlu olarak buradayım. Ben, çocuklarımı, ailem ve sizler çok acılıyız. Bu sessiz sevgi biraz olsun bize güç katıyor. Kederli bir sevinç yaşatıyor.

İncil'den Yuhanna 15:13'te hiç kimsede, insanların dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur der. Sevgili dostlar, bugün bedenimin yarısını, sevgilimi, çocuklarımın babasını, sizin kardeşinizi uğurluyoruz. Sağdakine, soldakine, öndekine, arkadakine rahatsızlık saygısızlık vermeden, sloganlar pankartlar açmadan sessiz bir yürüyüş gerçekleştiriyoruz. Bugün sessizlik ile büyük bir ses yükselteceğiz. Bugün derinliklerin ışığa yükseldiği günün başlangıcıdır.

Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim...

Kardeşlerim,

Onun doğruluğa olan sevgisi, şeffaflığa olan sevgisi, dostuna olan sevgisi onu buraya getirdi. Korkuya meydan okuyan sevgisi onu büyüttü. Diyorlar ki "O büyük bir adamdı." Size sorarım:"O büyük mü doğdu?" Hayır! O da bizim gibi doğdu. O gökten değildi o da topraktandı. Bizim gibi çürüyen bir beden! Fakat yaşayan ruhu, yaptığı iş, kullandığı üslup gözlerindeki, yüreğindeki sevgi onu büyük yaptı. İnsan kendiliğinden büyük olmaz. İnsanı yaptıkları büyük yapar... Evet o büyük oldu, çünkü büyük düşündü, büyük söyledi.

Bugün buraya gelerek hepiniz büyük düşündünüz. Sessizce büyük konuştunuz, siz de büyüksünüz. Bu günle kalmayın bu kadarla yetinmeyin.

O, bugün Türkiye'de milat yaptı sizler de mührü oldunuz. Onunla manşetler, onunla konuşmalar, yasaklar değişti. Onun için dokunulmazlar veya tabular yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi. Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek Hrantlara inanarak olur, nefretle, hakaretle, kanı kandan üstün tutarak olmaz. Bu yükseliş karşındakini kendin gibi görerek kendin gibi sayarak, kendin sayarak olur.

Hisus'un [Rab ISA] yardımıyla yarattığı ev cennetinden ayırdılar. Göksel ve ebedi cennete kanat açtırdılar. Gözleri daha yorulmadan, bedeni daha yaşlanmadan, daha hasta olmadan, sevdiklerine doymadan kanat açtırdılar göksel cennete.

Biz de geleceğiz sevgilim. Biz de geleceğiz o eşsiz cennete. Oraya yalnız ve yalnız sevgi girer. İnsanların ve meleklerin dillerinden üstün olan, peygamberlikten üstün olan, bütün sırları bilmekten üstün olan, dağları yerinden oynatacak imandan üstün olan, varını yoğunu sadaka vermekten üstün olan bedenini yakılmaya teslim etmekten daha üstün olan yalnız ve yalnız sevgi girecek o cennete.

Orada gerçek sevgi ile bir arada ebedince yaşayacağız. Kimseyi kıskanmayan sevgi, kimsenin malında gözü olmayan sevgi, kimseyi öldürmeyen sevgi, kimseyi aşağılamayan sevgi, kardeşini kendinden üstün tutan sevgi, kendi hakkından vazgeçen sevgi, kardeşinin hakkını arayan sevgi. Mesih'te bulunan sevgi. Ve bize dökülmüş olan sevgi.

Yaptıklarını, konuştuklarını kim unutabilir sevgilim? Hangi karanlık unutturabilir sevgilim? Olmuşları, olanları kim unutturabilir? Korku unutturabilir mi sevgilim? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevki sefası mı sevgilim? Yoksa ölüm mü unutturacak sevgilim? Hayır, hiçbir karanlık unutturamaz sevgilim.

Ben de sana yazdım aşk mektubunu sevgilim. Bana da ağır oldu bedeli sevgilim. Bunları yazabilmeyi Hisus'a borçluyum sevgilim. Onun da hakkını ona verelim sevgilim. Herkesin hakkını herkese geri verelim sevgilim.

Sevdiklerinden ayrıldın, çocuklarından, torunlarından ayrıldın. Burada seni uğurlayanlardan ayrıldın, kucağımdan ayrıldın. Ülkenden ayrılmadın.

Çarşamba, Ocak 24, 2007

Güvercinleri De Vururlar ...

(...) " Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler.

Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.

Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü. (Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)

Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil.

Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence. “Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren.

Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum. Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye. Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik. Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. Tıpkı bir güvercin gibiyim... Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım. Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli. İşte size bedel.

Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? “Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş hapse girmiş biri var mı?”

Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi... İşte size bedel... İşte size bedel... İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..? Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?

(...) Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.

Hrant Dink (19 Ocak 2007) AGOS Sayı: 564